Birinin yüzüne kolayca söyleyemediğimiz bir şeyi, çoğunlukla o kişinin konuşmasına söyleme eğilimindeyiz. Bunu yöneten temel şey, aslında bizim inanış sistemimizdir. Bu inanış sistemi öyledir ki kimi zaman hayat boyu taktığımız gözlük, kimi zaman da yalnızca on dakikalık bir konuşmayı dinlerken devreye giren bir filtre haline gelir. Hatta bazen de bir X gönderisini yazarken zihnimizden klavyeye doğru işleyen görünmez bir süzgeç oluverir.
Bu minvalde güncel bir örnek üzerinden yazıya başlamak istiyorum. 20 Temmuz 2025’te Gülben Ergen’in X’te yaptığı bir paylaşım gündem oldu: yaklaşık beş milyon görüntülenme, yedi bin yorum, iki bin yeniden gönderi ve on sekiz bin beğeni aldı. Gönderi aşağıda. Bu gönderi vesilesiyle, son dönemde akademik çalışmalarımda da odaklandığım dil ideolojisi kavramına değinmek istiyorum.

Tabi ben bu yazıyı Gülben Ergen’in gönderisini gördüğüm gün planlamıştım, hatta ekran görüntüsünü de İnsanbilimsel Dilbilim (daha bilinen adıyla Dilbilimsel Antropoloji) dersinin materyallerine çoktan eklemiştim. Ama nasip kısmet, yazıyı bir ay sonra bitirebildim. Gülben Ergen bu paylaşımında dünyanın pek çok yerinde Türkçe tabela görmediğini, buna karşılık Türkiye’de Arapça tabelaların sıklıkla görünür olduğunu dile getiriyor. İşte tam da burada bir dil ideolojisiyle karşılaşıyoruz. Dil ideolojisinin tanımını yapmadan önce bu yazının ilk cümlesini aşağıda öne çıkarmak istiyorum.
Birinin yüzüne kolayca söyleyemediğimiz bir şeyi, çoğunlukla o kişinin konuşmasına söyleme eğilimindeyiz.
Bu ifade aslında gündelik yaşamda üzerine düşünmemiz gereken bir tür dil ideolojisi tanımı. Daha resmi bir tanım gerekirse dil ideolojisini, bir dile ya da konuşma biçemine yönelik benimsediğimiz sosyokültürel inanışlar olarak ifade edebiliriz.[1] Fakat bu yazı boyunca akademik tanımı bir kenara bırakıp, yukarıda öne çıkardığım “bu yazının tanımı” üzerinden ilerlemek istiyorum.
Öyleyse dil ideolojisini bir kenara koyuyoruz. Buradan “ideoloji” kavramı hakkında birkaç laf etmek istiyorum. İdeoloji kavramı, belki de ülkemizde en çok ötekileştirilen kavramlardan biri. Adeta Şahane Pazar programındaki Belediye Çukuru oyunu gibi: kullanmak istemediğimiz, duyduğumuz anda bayrakları çektiğimiz, kaçacak köşe aradığımız, kulaklarımızı tıkadığımız bir sözcük.[2] İdeoloji sözcüğü, kültürel kodlarımızın öylesine parçası olmuş ki anlamını tamamen olumsuzlaştırmış, bir çekmeceye tıkmışız; üstelik o çekmeceyi açmaya da pek niyetimiz yok. 2004’te üniversite için Ankara’ya gelirken, benimle aynı yıl Ankara’da üniversiteye başlayacak oğluyla birlikte bizi kenara çeken bir akrabamızın, “Ankara’da ideolojilere bulaşmayın” dediğini hep hatırlarım. Oysa bu ifade bile başlı başına “ideolojik”. Tıpkı gündelik yaşamda yaptığımız her şey gibi.
İdeoloji aslında bir “öcü” değil. Tam tersine, “ben bu konuda bunu düşünmekte tamamen haklıyım” diyerek kendimize meşrulaştırdığımız bir inanış sistemi.[3] Bu inanış sistemi de doğal olarak davranışlarımız üzerinde etkili oluyor. Misal, bir kişi arkadaşının kahvaltı alışkanlıklarına, “Sen sabahın bu saatinde bunu nasıl yersin!” diyerek sağlıklı beslenme ideolojisini yansıtabilir. Başka biri ise, “Resmi bir ortamda kot pantolon giyilir mi hiç?” diyerek uygunluk ve ciddiyet ideolojisini dile getirebilir. Tıpkı Gülben Ergen’in Arapçaya yönelik yukarıdaki paylaşımında olduğu gibi. Yani Ergen, bir dile yönelik bir yorum yaparken, aslında o dili konuşan bireylere yönelik kendince rasyonelleştirdiği ve kendine meşrulaştırdığı dünya görüşünden hareket ediyor.
Şimdi bir düşünün: Siz hiç birinin konuşma şekline bakarak onun eğitimini, karakterini ya da ait olduğu toplumu düşündünüz mü? Biraz daha derine gidersek, bir dili güzel ya da çirkin bulduğunuz oldu mu? Eğer bu sorulara “evet” dedinizse, dil ideolojisinin dünyasına adım atmışsınız demektir. Dil ideolojisi dünyasında sözcükler yalnızca sözcük değildir. Onların ardında kim olduğumuz, başkalarını nasıl gördüğümüz ve toplumu nasıl anlamlandırdığımız var.
20 Temmuz’daki Gülben Ergen paylaşımı işte tam da bu dünyanın bir örneğini karşımıza çıkardı. Ergen’in sözleri görünürde tabelalarla ilgiliydi ama aynı zamanda Arapça yazıyı görünür kılan insanlara ve onların toplumdaki varlığına dair bir bakış da içeriyordu. Bu da dil ideolojisinin gündelik hayatta nasıl çalıştığını bize gösteriyor.
Dil ideolojisinin son dönemde üzerinde çalıştığım bir konu olduğunu ifade etmiştim. Şu ana kadar iki çalışmam yayımlandı. İlkinde “düzgün Türkçe” ifadesinin dijital ortamlarda nasıl tartışıldığını ele aldım.[4] İnsanlar bir ekin yanlış yazılışına takıldığında bunu basit bir imla meselesi olarak görmüyor; oradan hareketle karşısındaki kişiye dair çıkarımlar yapıyor: “Bu kişi eğitimsizdir”, “Bu kişi ciddiye alınmaz” gibi… Zamanla bu yorumlar daha da genişleyip politik pozisyonlara bağlanıyor ve Cumhuriyetçi bir bakış açısıyla yeni Osmanlıcı yaklaşım arasında sembolik bir çekişmeye dönüşüyor. Yani görünürde yazım kuralı gibi duran mesele, aslında ideolojik bir duruşun ifadesi.
İkinci çalışmamda ise plaza ortamlarında karşımıza çıkan konuşma biçimlerini, yani “plaza dili” denen olguyu ele aldım.[5] “Call etmek”, “set etmek”, “mail atmak” gibi ifadeler bir grup için modernlik göstergesi sayılıyor; başka bir grup için ise özentilik ya da yabancılaşmanın işareti kabul ediliyor. Burada da mesele sözcüklerin kökeninden çok, onların kim tarafından ve hangi bağlamda kullanıldığıyla ilgili. Bu açıdan plaza dili, bir anda toplumsal arka plan farklılıklarının, iş kültürlerinin ve toplumsal aidiyetin simgesi haline geliyor.
Bu iki örnek bize şunu gösteriyor: Dil ideolojisi dille ilgili bir teknik tartışma olmaktan öte, toplumsal kimlikleri, değerleri ve güç ilişkilerini görünür kılan bir alan. Bir sözcüğü nasıl telaffuz ettiğimiz, bir ekin nasıl yazıldığını önemseyip önemsemediğimiz ya da bir tabelada hangi dilin yazıldığına takılmamız, hepsi aslında daha derinlerde yatan toplumsal anlamlarla bağlantılı. Bu yüzden dil ideolojisi çatışmaya da çok açıktır. Kimileri bir kullanımı “doğru” ya da “güzel” bulurken, kimileri tam tersini düşünebilir. Kimileri yabancı sözcük kullanımını gelişmişlik işareti sayarken, kimileri aynı şeyi yozlaşma olarak görür. İşte bu farklılıklar, dilin sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda kimlik ve aidiyet meselesi olduğuna güçlü bir işaret.
Sonuç olarak, dil ideolojisi tek tek sözcüklerin ötesinde, toplumu nasıl gördüğümüzle ilgilidir. Kim olduğumuzu, başkalarını nasıl algıladığımızı ve toplumdaki ilişkileri nasıl yeniden ürettiğimizi belirleyen bir inanç sistemidir.[6] Bu yüzden her dil tartışması göründüğünden çok daha derin bir anlam taşır. Yani dil üzerine söylenen her söz, toplum üzerinde de söylenmiş bir sözdür.
[1] (s. 225) | Irvine, J. T. (1989). When talk isn’t cheap: Language and political economy. American Ethnologist, 16, 248-267. https://doi.org/10.1525/ae.1989.16.2.02a00040
[2] Nedir diyene konu dışına kafa açan bir gönderi – X – Behzat Uygur https://x.com/uygursuheyl/status/989252751296253952
[3] (s. 8) | Van Dijk, T. A. (1998). Ideology: A multidisciplinary approach. SAGE.
[4] Yağlı, E. (2024) Using the “proper one”: Language ideologies in the context of Kemalism and neo-Ottomanism. New Perspectives on Turkey, 71, 186-204. https://doi.org/10.1017/npt.2024.6
[5] Yağlı, E. (2025). “Bu çalışmayı ‘publish’ edelim”: Plaza değişkesi bağlamında gerçekleşen dil ideolojileri. Türkbilig, 49, 1-27. https://doi.org/10.59257/turkbilig.1528199
[6] (s. 56) | Woolard, K. A., & Schieffelin, B. B. (1994). Language ideology. Annual Review of Anthropology, 23, 55-82. https://doi.org/10.1146/annurev.an.23.100194.000415